“2000 sonrası doğanlara ‘dijital yerli’ diyebiliriz”

“2000 sonrası doğanlara ‘dijital yerli’ diyebiliriz”

2000 yılı sonrası doğan Z kuşağı için “Dijital Yerli” tabirini kullanan Prof. Dr. Deniz Yengin, buna rağmen dünyanın birçok yerinde bilgisayar teknolojilerine ve internete sahip olmayan milyonlarca insan olduğunu ve bir bireyin dijital yerli sayılabilmesi için 2000 yılı sonrasında bilgisayar ve internet teknolojisinin içene doğması gerektiği gibi koşulların ön görülmekte olduğunu kaydetti.

Dünyada hala bilgisayara ve internete erişimi olmayan milyonlarca insanın yaşadığını ve bu bireylerin temel izlence kaynağının televizyon olduğunu belirten İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Yengin, “Her ne kadar OTT TV, Web TV, IP TV gibi internet temelli platformlar dünyada hatırı sayılır bir kullanıcı sayısına sahip olsa da bu durum geleneksek televizyon yayıncılığının son bulacağı anlamına gelmiyor. Bunun genel nedenlerini; Dünyada hala bilgisayara ve internete erişimi olmayan milyonlarca insan yaşıyor ve bu bireylerin temel izlence kaynağını televizyon oluşturuyor. Aynı zamanda internet teknolojisinin içine doğmayan kuşakların (büyük çoğunlukla yetişkin ve yaşlılar) izleme alışkanlıkları geleneksel televizyon yayıncılığı üzerine kurulu. İnternet temelli izleme pratikleri sergileseler de televizyondan kopamıyorlar. OTT TV’ler veya IP TV’ler ise kullanım hizmetini ücretli olarak sunduğundan her birey bu ücreti ödeme imkânı bulamıyor, şeklinde açıklayabiliriz” ifadelerini kullandı. 

“ALTERNATİF YAYINCILIK PLATFORMLARI KİTLELERİN İZLEME PRATİKLERİNİ DEĞİŞTİRDİ”

Prof. Dr. Deniz Yengin, sıradan bireylerin de yayın yapabildiği YouTube gibi alternatif yayıncılık platformlarının ortaya çıkmasıyla birlikte kitlelerin izleme pratiklerini buralara yoğunlaştırdığını belirterek, “Bu durum, medya endüstrilerini de bu tür platformlarda yer almaya mecbur etti. Örneğin bir haber kuruluşu YouTube kanalı açıp buraya özgü içerikler üretiyor veya bir televizyon kanalı yayınladığı diziyi bu kanala yükleyip, bu dizinin oyuncuları ile YouTube üzerinden canlı yayın gerçekleştirebiliyor. Böylelikle bu tür kitlesel platformları varlığını sürdürmek/pekiştirmek için kullanıyor. Aksi takdirde geleneksel mecralarda yeterli tüketiciye (izleyiciye, okuyucuya) ulaşamıyor ve temel gelir kaynağı olan reklam gelirleri de azalıyor. Örnek vermek gerekirse ulusal bir kanal yayınladığı diziyi YouTube kanalına yükleyip buradan da reklam alıyor. Bu tür platformlarda reklamın yanı sıra ürün yerleştirme de daha kolay bir biçimde yapılabildiğinden, bu durum medya kuruluşunun gelirinin artmasına neden oluyor. Özetle, internet ile birlikte medya endüstrisi varlığını sürdürmek için bu yeni mecrada yerini aldı ve sahiplik yapılarını geçmişe oranla pekiştirdi ve pekiştirmeye devam ediyor. Yeni mecrada rakip sayısının çok olması ise içerik kalitesini artırmayı mecbur kılıyor” diye konuştu.

PANDEMİ MEDYAYI NASIL ETKİLEDİ?

Prof. Dr. Yengin, COVID-19 pandemisinin geleneksel medya ve yeni medyaya etkilerini ise şöyle değerlendirdi:

“Pandemi süreci bizleri farklı bir boyuta taşıdı. Yaşam devam etmek zorunda. Bizler de sorumluluklarımıza kaldığımız yerden devam edebilmeliydik. Yeni medya araçları kitlenin bilgiye erişimi kolaylaştırdı. Ancak dijital, hayatı kolaylaştırdığı kadar zorlaştırabiliyor. Özellikle pandemi döneminde şirketlerin birçok veriyi paylaşmaları ya da sisteme yüklemeleri pek çok siber güvenlik sorununu da beraberinde getirdi. Şirketler, bankalar online çalışma sistemiyle daha çok müşteriye ulaşabiliyor. Yeni medya araçları online eğitim süreçlerini geliştirdi. Dijital bireylerin hayatına hız ve zaman kazandırırken online ücretli platformlar da gelirlerini artırdı.”

Özellikle COVID-19 pandemisiyle birlikte artan dijitalleşmenin bireylerin çevrimiçi olma oranını, mobil alışveriş oranını artırdığına dikkat çeken Prof. Dr. Yengin, “Dijitalleşeme bireylerin yaşamının vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Bireyler sanal marketleri, paket servisleri daha çok kullanmaya başladı. Pandemi öncesinde acil durumlarda ya da keyfi olarak kullanılan bu hizmetler pandemiyle birlikte zorunluluk haline geldi. Teknoloji kullanım oranı pandemi öncesinde yaklaşık 4 saat iken pandemi sonrasında 8 saati aştı” diye konuştu.

“SOSYAL MESAFE, SOSYAL MEDYAYI YÜKSELTTİ”

Türkiye’de 62 milyon internet, 54 milyon sosyal medya kullanıcısı bulunduğunu hatırlatan Prof. Dr. Yengin, “COVID-19 salgınındaki izolasyon süreci ve aramıza koyduğumuz sosyal mesafe, sosyal medyada dijital yakınlık olarak yerini aldı. Pandemi sürecinde sosyal medya kullanım süresi dikkat çekici şekilde arttı. Pandemi döneminde yapılan çeşitli araştırmalar sosyal izolasyon ve gönüllü karantina döneminde genel olarak internet ve sosyal medya kullanımı arttığını gösteriyor. Ayrıca salgın döneminde bireylerin gündemi takip edebilmek adına özellikle Twitter’ı daha fazla kullandıkları görülüyor. Global Web Index'in mayıs ayında 20 ülkede yürüttüğü en son koronavirüs araştırmasında, küresel olarak tüketicilerin yüzde 42'si salgın nedeniyle sosyal medyada daha uzun süre harcadıklarını gösteriyor. Bu oranın Z kuşağında ise bu oran yüzde 54'e kadar yükseliyor” dedi.

“EN KÖKLÜ DEĞİŞİM, EĞİTİM VE İŞ ALANINDA OLDU”

Pandemiyle beraber en köklü değişimlerin iş ve eğitim hayatında yaşandığının altını çizen Prof. Dr. Yengin, “Bireyler gün içerisinde zamanlarını derslerini dinlemek, iş toplantılarını yürütmek vb. için oldukça uzun saatler boyunca video konferans programlarında zaman geçirmeye başladı. Bu uygulamalar arasında en popüler olanı pandemi sürecinde kullanıcı sayısı 10 milyondan 300 milyona ulaşan ve net kârını bir yılda yaklaşık 27 kat artıran Zoom uygulaması oldu. Fakat bu kadar uzun süreler video konferans programlarını kullanmak sağlık alanında “zoom yorgunluğu” kavramının hayatımıza girmesine neden oldu. Kendimden ve çalıştığım üniversiteden örnek verecek olursam, bizler haftanın 5 günü yaklaşık 3 saatimizi çevrimiçi toplantılarda geçirmek zorunda kaldık. Bu da haftalık 15 saati aylık 60 saati çevrimiçi toplantılarda geçirdiğimiz anlamına geliyor. Bu kadar uzun süreyi çevrimiçi toplantılarda geçirmek dijital dünyaya bağımlı hale gelmemizi kaçınılmaz hale getiriyor. İnsanlar yeni medya araçlarını kullanmaya adapte olmaktan çok, hızla bu dünyaya adım attılar ve bu dünyanın vazgeçilmez bir parçası oldular. Eğitim alanında ve tıp alanında online desteklerle bireylere yardım edildi. Çeşitli uygulamalarla bireylerin sağlık verileri kontrol edildi. Pandemi süreci aslında var olan ama pek fazla kullanılmayan yeni medya araçlarını ve dijital sistemleri hayatımıza yerleştirdi. Podcast uygulaması bilindiği halde özellikle ülkemizde çok fazla kullanılmazken, bu oran arttı. Pandemi aslında bireylerin yavaş yavaş alışmaya başladığı yeni medya sistemlerine hızlı bir geçiş sağladı” ifadelerini kullandı.

İAÜ’DE YENİ MEDYA EĞİTİMİ

Prof. Dr. Deniz Yengin İAÜ İletişim Fakültesinde verilen Yeni Medya Eğitimi için ise şunları söyledi:

“Yeni medyaya bağlı teknolojiler dünyada önemli bir endüstri koluna dönüştü. Dolayısıyla yeni medya bağlamında akademik yaklaşım, kuram ve uygulama alanlarının geliştirilmesi gereksinimi doğdu. İAÜ Yeni Medya ve İletişim Bölümü, yetkin akademik kadrosu, teknik imkanları ve uygulamalı eğitimleriyle; başta yeni medya kapsamında bulunan teknik araçları kullanabilen, sektörel uygulamaları eksiksiz yerine getirebilen ve alan ile ilgili kuramlara hâkim öğrenciler yetiştirmeyi amaçlıyor. Bölümümüz, alanla ilgili bilimsel nitelikli kuramsal bilgilerin yanı sıra sosyal medya alanında özgün çalışmaların, yaratıcı projelerin ve türevlerinin planlanması, hazırlanması, eğitimlerin verilmesi, pazarlanması süreçlerinin tüm aşamalarının gerçekleştirilmesi konusunda uygulama ve araştırmalar yapıyor. Bu doğrultuda; özellikle “yeni medya” alanında bu bölümlerde uygulanan eğitim öğretim programlarına ve bilimsel araştırmalarına yönelik akademik destek sağlıyor. Bu eksende İstanbul Aydın Üniversitesi bünyesinde kurulan Yeni Medya Uygulama ve Araştırma Merkezi’yle birlikte sektöre ve akademiye yönelik çalışmalar yürütüyor.”

İlginizi Çekebilir